🥋 Define Dut Ağacının Neresinde Olur

Ağaç botanikte çoğu türünde dalları ve yaprakları destekleyen uzun bir sürgüne ya da gövdeye sahip çok yıllık bir bitkidir. Ağaç tanımı, bazı kullanımlarda sadece ikincil büyüme gösteren odunsu bitkileri, kereste olarak kullanılabilen bitkileri ya da belirli bir yüksekliğin üzerindeki bitkileri kapsayacak şekilde daha dar olabilir. Gün olur, tilki yürür, tilki dereden atlar, Gözleri ağaçlarda, gözleri elmalarda. Şeytan bunun neresinde? Dut ağacından teknesi Girişten bağlı perdesi Ermenievlerinde dut çok olur ermneiler dutu sever, rum evlerinde meşe çok olur onlar gömdüğü definenin üzerine mutlaka meşe ağacı ekerler. Eşkiyalar dağlardaki doğal şekilde büyümüş ahlat ve yemişi seçerler gömülerini kaybetmemek için bellilik olsun diye bu ağaçların yakın çevresine gömerler. A Elma ağacı, limon ağacının tam karşısındadır. A) Hüma, triliçe siparişi vermemiştir. B) Erik ağacının solunda limon ağacı vardır. B) Halime, tavukgöğsü siparişi vermiştir. C) Limon ağacının solunda portakal ağacı vardır. C) Derya, kazandibi siparişi vermiştir. D) İncir ve limon ağaçları yan yanadır. Defineve Hazine İşaretleri Bilgilendirme Sayfası. April 17, 2020 ·. İşaret videosu, bizans mezarları ve su sarnıçları yorumu Diyarbakır. www.azizdedektor.com. 0532 747 19 17. 0216 342 58 59. 0532 170 34 54. Mezar işareti, bizans roma mezar işaretleri, su sarnıç videosu, DİYARBAKIR Define işaretleri yorumları anlamı, Aziz Dirse Han, gelenin, oğlu Boğaç Han olduğunu bilemedi, karşısına dikildi. Senin de içinde bineğin varsa söyle bana! Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri! Senin de içinde yük taşıyıcın varsa yiğit söyle bana! Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri! Günahı sana düşmez yiğit dön geri, dedi. BOLU YÖRESEL HALK KÜLTÜRÜ. Hızla gelişen kentleşme nedeniyle zamanla değişen ve unutulmaya yüz tutan bir kısmı değişerek de olsa uygulanmaya devam eden yöresel gelenek, görenek ve inanışlar aşağıda açıklanmıştır. Doğum gelenekleri denildiğinde ilk olarak hamile kadının yerine getirmesi gereken sorumlulukları göz Ortasıdelik kavak ağacının hemen sağında, Akçay’a yakın, suyun hemen dibi denilecek bir yerde bulunan dikenli çalı grubu da; esen rüzgârda sallanıp, hışırdadıkça, bir yılan tıslamasına benzeyiveriyordu. Gerçekleri bilmeyip, hayal hanesi çalışıp durdukça, korku kaynaklarına yenilerinin eklenmesi kaçınılmazdı. Oraya gittiğinizde her daim ağzınızı tatlandıracak birşeyler olması çocuklar için de iyi oluyor. Dut çeşitlerinden edinirseniz meyve verme dönemi biraz fazla yiyebileceğiniz meyveniz olur. Tabi ki seviyorsanız. Ben ekşi karadut, tatlı karadut, beyaz dut, Samsun dutu, yediveren dut diktim. Bakalım istediğimiz gibi olacaklar mı? Bağlıolduğumuz zincirlerin her halkasında daima gizli sırrımızı duyurmaya bir ağız vardır. Ey Fuzûlî! Zaman çilesi bize eziyet etti. Aciz bir hâlde şikâyette bulunmaya sultanımıza gelmişiz. Zincirlerini parçalar ve uzaklaşır. Başka bir gün kör taklidi yaparak dilene dilene Leylâ'nın evinin önüne gelir. ErmeniEvleri 10 Madde Diğer Araştırma. 1- Ermeni ve rum evlerinde şömine çok önemlidir şömineye bakın, çömine önündeki yatay taşada bakın, bazı evlerde tandır vardır, salondadır, tandırın içine bakın, içerideki taşlar arasında çekmece olan vardır yada horasan sıva vardır onlara bakın para onların arkasında olur. Renderağacının inşası sonrası anahat düzeni süreci takip edilir. Bunun anlamı verilen her düğüm tam olarak ekranda görüntüleneceği sıradaki konumda bulunur. Bir sonraki aşama ise boyamadır . Render ağacı işlenecek ve her bir düğüm UI arka uc (backend) katmanı kullanılarak boyanacaktır. Gtsy. Dut Yetiştiriciliği Ülkemizde adet meyve veren dut ağacından ton ürün elde edilmektedir. Meyvecilik kültürü çok eskilere dayanan ülkemiz, dutun anavatanlarından ve doğal yayılış alanlarından olmasına karşın, bu genetik potansiyel yeterince değerlendirilememektedir. Meyve kalitesi bakımından oldukça üstün özelliklere sahip olan birçok genotip yalnızca kerestesinden yararlanmak amacıyla kesilerek yok edilmiştir. Ülkemizde meyvesinden yararlanılan ve yaygın olarak yetiştirilen dut türleri Morusalba beyaz dut, M. nigra karadut ve M. rubra kırmızı veya mor dut olmakla birlikte daha onlarca türü bulunmaktadır. Dut bitkisi meyvesi Dut toprak ve iklim koşulları bakımından seçici olmadığından ülkemizin hemen her ilinde yetişmektedir. Üretimde en yüksek paya Malatya ili sahip olurken bunu Ankara ve Erzincan illeri takip etmektedir. Dut ağaçları genellikle ev bahçelerinde, yol kenarlarında ve nadiren de ticari bahçe şeklinde yetiştirilmektedir. Dut yetiştiriciliğine olan talebin artmasıyla birlikte son yıllarda bazı dut türlerinden kapama bahçelerin kurulması da gündeme gelmiştir. Günümüzde taze tüketiminin yanı sıra işlenmiş ürünlerinin de besleyici özelliği sayesinde dut önemli bir potansiyele sahiptir. Yetiştiği yörelerde meyvesinden pekmez, reçel, pestil, dut ezmesi, meyveli dondurma, cevizli sucuk, sirke, meyve suyu konsantresi, ispirto gibi ürünler yapılmaktadır. Özellikle karadut suyu son yıllarda oldukça yaygın bir içecek haline gelmiştir. Çok geniş alanlara yayılmış olmasına rağmen meyvesinden ziyade ipekböcekçiliği yetiştiriciliği amacıyla kullanımı nedeniyle dünya dut meyve üretim miktarına ait kayıtlara rastlanmamaktadır. Kısacası dut ağacının yaprağı ipek böceğinin çok sevdiği yiyeceklerdendir. Dut, sevilerek yenen bir meyve olmasına karşın meyvesi çok yumuşak olduğundan soğukta saklama süresi çok kısadır. Bu yüzden taze olarak tüketimi sadece hasat dönemi ile sınırlı olan bir meyvedir. Ancak, özellikle karadutlar soğuk hava depolarında bir ay süre ile veya derin dondurucularda uzun süre saklanabilmektedir. Bu durum karadutların sanayide işlenmesi için bir avantaj sağlayabilmektedir. Dut Bitkisinin Tanımı ve Önemi Dut, dutgiller Moraceae familyasından Morus cinsini oluşturan ağaç türlerine verilen addır. Vatanı Çin ve Uzakdoğu’dur. Orta Avrupa, Akdeniz, İran ve Anadolu’da sıcak ılıman iklimlerde yetişmektedir. Bilimsel sınıflandırma Alem Plantae Bölüm Magnoliophyta Sınıf Magnoliopsida TakımUrticales Familya Moraceae Cins Morus sp. Dut bitkileri, 15 m’ye kadar boylanır. Hızlı büyürler. Gövde silindirik, dik ve kalın; kabuk çatlaklı ve gri-kahve renklidir. Tepe çapı 6-8 metre olup, seyrek ve top görünümlüdür. Kökleri etli, gevrek yapıda ve kırılgandır. Yaşlandıkça kuvvetli yan kökler geliştirir. Bu nedenle rüzgâra dayanıklıdır. Dut ağacı Yapraklan saplı, iki sıra üzerine dizilmiş, tabanı yuvarlak veya kalp şeklinde, üst yüzü koyu, alt yüzü ise daha açık yeşil renklidir. Yaprak genellikle sivri uçludur. Kenarları dişlidir. Dut bitkisi yaprağı Sürgünler parlak sarı renktedir ve hafif tüylüdür. Sürgünler kesildiğinde süt gibi salgı salgılar. Çiçekler, bir evcikli olup yaprakların koltuğunda ve saplı durumlar halinde bulunur. Çiçekler nisan – mayıs aylarında açar. Genellikle rüzgâr yoluyla tozlaşma gerçekleşir. Dut bitkisinin erkek ve dişi çiçeği Dut meyvesi çiçek sapı üzerinde bulunan çiçeklerin her birinden oluşan meyvecikler topluluğu çoklu şeklindedir. Yumurtalığı çevreleyen çanak yapraklar etlenerek dut meyvesini oluşturur. Meyveciğin oluşumuna, karpellerden başka çiçeğin örtü yapraklarının da katkısı olduğundan, dut yalancı meyveler grubunda yer alır. Çiçeklerin ve dolayısıyla meyveciklerin üzerine dizildikleri eksen, çiçek sapı ve meyve sapı olmak üzere iki kısımdan oluşur. Meyveciklerin bulunduğu kısım çiçek sapı, diğer taraf ise meyve sapıdır. Meyve olgunlaştıkça çiçek sapı etli hale gelmekte, fakat meyve sapını oluşturan kısım etli yapı kazanmamaktadır. Dut ağaçlarında monoik, dioik ve erselik çiçek tiplerine rastlanabilmekle birlikte, genelde ağaçlar monoik yani tek evciklidir. Bir başka deyişle erkek ve dişi çiçekler ayrı yerlerde fakat aynı ağaçta yeralır. Erkek çiçekler bir süre sonra dökülür, dişi çiçeklerden de meyve elde edilir. Haziran – temmuz aylarında da meyve olgunlaşır. Tohum toplama zamanı temmuz -ağustos aylarıdır. 1 kg tohumda tohum sayısı, yaklaşık adettir. Yani tohum küçük, açık renkli ve 1-2 mm boyutundadır. Dut meyvesi Dut ağacının ülkemizde ekonomisine ipek üretiminden başka, daha birçok katkısı bulunmaktadır. Bu nedenle dut ağacına sadece ipek böceği besin kaynağı gözüyle bakılmamalıdır. Dut yaprağı küçük ve büyük baş hayvanların beslenmesinde taze ve kuru yem olarak da kullanılır. Dalları sırık; dallarından çıkarılan kuvvetli ve dayanıklı lifler aşı, çelik ve fidan bağlama gibi işlerde kullanılabilir. Bundan başka kâğıt üretiminde, çuval yapımında da duttan yararlanılır. Budamaya dayanıklı ve sert olması nedeniyle oldukça kıymetlidir. Mobilya, sandık, araba tekerlekleri ve bazı müzik aletleri yapımında kullanılır. Ayrıca süs bitkisi olarak da dut bitkisi kullanılmaktadır. 100 gram taze dut meyvesinin içerdiği önemli besin değerlerine baktığımızda; 93 kalori; 0,9 gr protein; 19,8 gr karbonhidrat; 1,1 gr yağ; 0,9 gr lif; 60 mg kalsiyum; 1,1 mg demir; 0,05 mg B1 vitamini; 0,07 mg B2 vitamini; 0,2 mg B3 vitamini ve 17 mg C vitamini bulunduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de dutların henüz tip özelliğinde olması nedeniyle ticari bahçe kurmaya karar verildiğinde diğer türlerde olduğu gibi onlarca çeşit-anaç zenginliği ve fidan bulunamamaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde de dut genellikle ipekböceği yetiştiriciliğinde kullanılmakta meyvesi için yetiştirilmemektedir. Bu nedenle dut ağacı, meyvesi ve yetiştiriciliği hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Türkiye’de oran olarak baktığımızda beyaz dut ağırlıklı %97, karadut ve kırmızı dut ise %3 civarında üretim veya tüketimde yerini almaktadır. Ülkemizde üretilen dut meyvelerinin %70 pekmez üretiminde kullanılıyor, %10 köme üretiminde, %3 pestil, %4 kuru dut ve %5 de sofralık olarak ve kalan %8’lik oran ise diğer üretim kollarında değerlendiriliyor. Dut Bitkisi Çeşitleri Morusalba Akdut Anavatanı Orta Asya ve İran’dır. Ülkemizde de çok yetiştirilir. Aşılı olanlar meyvecilikte kullanılır. 10 – 15 metre arasında boy yapar. Gövde kabuğu açık – gri – esmer renkli ve çatlaklıdır. Yaprakların üst yüzü parlakyeşil alt yüzü ise mattır. Sonbaharda sarı renktedir. Yapraklar yürek şeklindedir. 3 – 5 derin lopludur. Nisan – mayıs ayında açan çiçekler aşağıya doğru sarkıktır. Haziran ayında meyve verir. Morusalba, dut çeşidi Işıklı ve aydınlık yerlerden hoşlanır. Hafif ve kumlu topraklardan hoşlanır. Meyveye yattığında bitki çok su ister. Morusnigra Karadut Anavatanı İran’dır. 10 – 15 metre boy yapar. Yaprakları 6-12 cm büyük olup kenarları düzensiz kaba dişlidir. 2 – 3 lopludur ve kışın yaprak döker. Yürek biçimindeki yaprakların üst yüzü koyu yeşil ve tüylü, alt yüzü yumuşak sık tüylüdür. İpek böcekçiliğinde yapraklarından bu sebeple yararlanılmaz. Morusnigra, dut çeşidi Bol ışıklı ortamlardan hoşlanır. Kireçli topraklarda rahatlıkla yetişir. Bol su ister. Morusrubra Kırmızı Dut Ülkemizde az yetişmektedir. 15 – 20 metre boy yapar. Yaprakları 7 – 12 cm büyüklüğünde, üst yüzü kaba tüylü ya da tüysüz, alt yüzü yumuşak sık tüylüdür. Meyveleri koyu pembe renkli ve 2 -3 cm büyük, tatlı ve suludur. Morusrubra, dut çeşidi Dut Bitkisinin Genel İstekleri Dut iklim ve toprak koşulları bakımından çok seçici olmadığından ülkemizin hemen hemen her ilinde rahatlıkla yetiştirilebilmektedir. Dut Bitkisinin İklim istekleri Türkiye’nin meyve ağacı yetiştirilen pek çok yerinde dut ağacı rahatlıkla daha çok sıcak ılıman ve bol güneşli bölgelerin bitkisidir. Dut bitkisi, ılıman iklimden subtropik iklime değişen farklı ekolojik şartlarda iyi gelişir. Optimum sıcaklık isteği 24-28 °C’dir. Diğer birçok bitkide olduğu gibi hava sıcaklığı 5-36°C arası gelişimlerini düzenli şekilde devam ettirir. Yıllık yağış isteği 600- 2500 mm civarındadır. Yağışı az olan yerlerde sınırlı gelişim gösterir. Ancak fazla sulama yapraklardaki protein ve karbonhidrat içeriğini düşürür. Dut ağaçlarının ihtiyaç duyduğu su miktarı ağaçların bulunduğu bahçenin toprak yapısına göre değişir. Verimli topraklarda 10 gün aralıklarla, killi topraklarda ise 15 gün aralıklarla sulama ister. %65-80 civarında bir atmosferik nem oranı, dutun yetişmesi için idealdir. Gelişme ve yaprak kalitesi için güneş ışığı önemli bir faktördür. Tropik alanlarda dut bir günde 9-13 saatlik ışıklanma ile yetişir. Dut deniz seviyesinden 1400 m yüksekliğe kadar yetiştirilebilir. Ekstrem geç donlardan zarar görür. Bir yıllık sürgünleri ve gözler -20°C’ye kadar dayanabilmektedir. Ülkemizde Akdeniz Bölgesi’nden Doğu Anadolu Bölgesi’ne hemen her yerde dut yetiştiriciliği yapılabilmektedir. Özellikle Kahramanmaraş, Adıyaman, Elazığ, Erzincan, Malatya ve Tokat illerinde ekonomik anlamda yetiştiriciliği yaygındır. Dut Bitkisinin Toprak istekleri Dut ağacı, en iyi tınlı, kumlu-tınlı ya da killi-tınlı topraklarda yetişir. Toprağın pH değeri 6,5-7 olmalıdır. Özellikle dut ağacının dikildiği yerde, taban suyu toprak yüzeyine yakın tuzlu topraklar hariç, toprak ve iklim koşulları bakımından seçici değildir. Sığ topraklar tavsiye edilmez. Derin topraklarda iyi gelişme göstermekle beraber kireçli, kuru, kurak ve kumlu topraklar üzerinde de yetiştirmeye uygundur. %0,2’nin altında tuz içeren tuzlu-alkali topraklarda yetişebilir. Diğer bir ifadeyle tuzluluğa duyarlıdır. Dut Üretimi Tohum, çelik ve doku kültürü ile üretimi yapılır. Ancak en çok çelikle üretim yöntemi kullanılır. Erken ilkbaharda odun çeliği alınır. Eğer tohumla üretim yapacak isek, tohumlar toplanır toplanmaz hemen veya çıplak olarak 4 -12 haftalık soğuk depolamadan sonra ilkbaharda ekilir. Üretimde bunun yanında aşıda kullanılır. Göz ve kalem aşı yapılır. Daldırma ile sonbaharda üretilebilir. Dut Bitkisini Generatif Tohumla Çoğaltma Generatif çoğaltma yönteminde tohumlar meyveden çıkarıldıktan sonra hemen ekilmelidir veya tohumlar kurutularak 4°C’de buzdolabında birkaç yıl muhafaza edilebilir. Genelde çimlenme sorunu yaşanmaz. Bazı durumlarda özellikle de karadut tohumlarının çimlenmeleri için gibberelik asit uygulamaları gerekebilir. Tohumla çoğaltma oluşabilecek açılımlardan dolayı pek önerilmez. Ağaç yavaş gelişip, geç meyveye yatar. Ayrıca meyve kalitelerinde farklılıklar görülebilir. Standart bir çoğaltma yöntemi olarak önerilmez. Ancak aşı ile çoğaltmak için anaç eldesinde kullanılır. Dut Bitkisini Vegetatif Yöntemlerle Çoğaltma Aşıyla, çelikle, daldırma ve doku kültürü ileolmaktadır. Dut Bitkisini Aşıyla Çoğaltma Aşılar anaç üzerine takılan parçaların niteliğine göre iki gruba ayrılır;göz aşıları ve kalem aşıları aşılar yapılış zamanlarına göre sürgün ve durgun aşı olmak üzere ikiye ayrılır. Erken ilkbaharda yapılan kalem ve göz aşıları ile Haziran ayında yapılan göz aşıları aynı dönem içinde sürdükleri için “sürgün aşılar” olarak adlandırılır. Ağustos ve Eylül aylarında yapılan göz aşılar aynı dönemde tutar ama yapıldığı dönem içinde sürmezler, bu sebeple bu aşılara da “durgun aşılar” denir. Karadutlarda aşı ile çoğaltmada dutun süt çıkarması, göz aşısında alınan aşı gözünün altında genellikle boşluk bulunması, aşı gözlerinin iriliği ve aşı uyuşmazlığı gibi nedenlerle aşı tutma oranında zaman zaman başarısızlıklarla karşılaşılmaktadır. Genellikle beyaz, kırmızı ve mordutlarda aşı tutma başarısı %90’ların üzerinde iken karadutlarda aşı başarı oranı %20 – 40 arasında değişmektedir. Aşı ile çoğaltılmada göz T ve ters T ve kalem yarma, kakma aşıları kullanılır. Karadutlarda genellikle çöğür olarak yabani beyaz dut kullanılmaktadır. Ancak hafif de olsa aşı tuttuktan sonra kısmi uyuşmazlık görülür. Bu aşı bölgesinde şişkinlik olarak ortaya çıkabilir. Nadir de olsa ileri safhalarda aşı atması olayı gözlemlenebilir. Diğer taraftan bu kısmi uyuşmazlık ağacın erken meyveye yatması açısından da önemlidir. Karadutlarda en fazla “T” göz aşısı uygulanır. Bunun için 1-2,5 cm çapındaki beyaz dut çöğürleri anaç olarak kullanılır. Anaçta yapılacak kesimlerde önce yukarıdan aşağıya kesimin, sonra buna dik olan yatay kesimin yapılması tercih edilir. Bunun için anaç üzerinde 2,5 cm’likbir kesim yapılır. Sonra dikey kesimin üst ucunda gövde çevresinin üçte biri kadar kabuk yatay olarak kesilir. Bıçağın tersi ile bu noktalar biraz açılır. Göz hazırlığı için aşı kalemi gözün 1 cm kadar aşağısından eğimli bir şekilde kesilerek gözün altından geçip 2,5 cm üzerinde kesim bitirilir. Gözün 2 cm üzerinden kesim yapılarak göz yerinden çıkarılır. Gözün altında göze su sağlayacak iletim demetlerini içeren az bir parça odun dokusu bırakılmalıdır. Son olarak göz anaçtaki açılan kısma yukarıdan aşağıya doğru itilerek yerleştirilir. Aşı plastik veya lastik bantlarla sıkıca bağlanır. Plastikteki esneme büyüyen anaca zararı önleyecektir. Aşılamadan 2 hafta sonra aşı bağları kesilir. Aşı yerindeki kaynaşma 2-3 hafta içinde tamamlanır. Eğer aşı tutmaz ise göz kurur. Anacın kabuk vermesine göre aşı tekrarlanabilir. Dut Bitkisini Çelikle Çoğaltma Dut bitkisinin çelikle çoğaltılmaçalışmalarmda IBA ve NAA hormonları kullanılmaktadır. Ticari olarak temin edilen IBA’nin4000-5000ppm’likkonsantrasyonu kullanılır. Bu amaçla; 1 litre4000-5000ppm’lik IBA solüsyonu hazırlamak için 4-5 gram toz halindeki IBA önce 0,5 litre etanol etil alkol içinde iyice karıştırılarak çözülür. Daha sonra 0,5 litre su ilave edilerek 1 litreye tamamlanır. Eğer az sayıda çelik kullanılacaksa 100 ml’lik solüsyon hazırlamak maliyet açısından daha kârlı olacaktır. Hazırlanan solüsyon arttığı takdirde ışık geçirmeyen kahverengi cam şişelerde veya dışı alüminyum folyo ile sarılmış cam şişelerde buzdolabında saklanarak sonraki uygulamalarda kullanılabilir. Hazırlanan solüsyona taze kesilmiş çeliklerin alt 2-3cm’lik kısmı 5-10 saniye batırılarak köklendirme ortamına dikilir. Köklendirme ortamı olarak hafif bünyeli perlit veya vermikülit kullanılır. Özellikle odun çeliklerinin köklendirilmesinde daha başarılı kök gelişimi için kök bölgesinin gündüz 21 -27°C ve gece 16 – 21°C’lerde ısıtılması hücre bölünmesini teşvik ederek köklenmeyi kolaylaştıracaktır. Dut Bahçesi Tesisi Meyve bahçesi tesisi uzun vadeli bir yatırımdır. Özellikle karadut ağaçlarının yavaş büyüdüğü ve uzun yıllar verimde kalması göz önünde bulundurulduğunda bahçe tesis edilecek yer özenle seçilmelidir. Türkiye’de ticari anlamda kapama karadut bahçeleri bulunmamaktadır. Ancak karaduta artan talep doğrultusunda kapama bahçe kurma çok cazip getirileri olabilecek bir yatırımdır. Dikimden sonra genellikle, bir karadut bahçesinin ticari üretime geçmesi 7-10 yıl alır. Ekonomik üretim ise karadutta uzun yıllar devam eder. Gençlik budaması yapılmış 150-200 yaşlı verim veren ağaçlara sıkça rastlamak mümkündür. Dikkatli bir planlama, yüksek verim, yüksek kazanç ve uzun bir bahçe ömrü ile sonuçlanır. Bahçe yeri seçerken iklim şartları ve mikroklima etkileri dikkate alınmalıdır. Bahçe yeri kışın son günlerinde veya erken ilkbaharda çok soğuk olmamalıdır. Çünkü çiçek veya genç meyveler dondan zarar görebilir. Dut ağaçlarının ilkbahar geç donlarına dayanımı şeftali, kiraz ve cevizden daha iyi elma ve vişneye göre daha azdır denilebilir. Ancak, kış aylarında bahçe yeri yeterince soğuğa maruz kalarak normal meyve tutması ve büyümesi için gerekli olan soğuk ihtiyacını tam olarak temin edebilmelidir. Genel olarak, kışın gerekli olan soğuklama ihtiyacı 7°C altında geçen soğuk saatlerin toplamı ile ölçülüp belirtilebilir. Dut meyve veriminin Akdeniz’den Doğu Anadolu’ya kadar sorunsuz olduğu düşünülürse soğuklama ihtiyacının nispeten düşük olduğu söylenebilir. Rüzgâr çok nadiren karadut bahçelerinde bir risk oluşturur. Ancak, bazı yörelerde rüzgârdan kaynaklanan nadiren de olsa dal kırılmaları olabilir. Bazı yörelerde özellikle beyaz dutlar bahçeler arası rüzgâr kıran görevi görmek için değerlendirilebilir. Dolu, yağdığı mevsime göre çiçeklere, yapraklara ve meyvelere zarar verir. Çiçek ve yaprakları ağaçtan koparabilir, daha da kötüsü meyve tuttuktan sonra onları silkebilir. Hangi sistem belirlenmiş olursa olsun fidan dikimi genellikle sonbaharda yaprak dökümünden sonra veya ilkbaharda ağaçlar uyanmadan önceki tarihlerde yapılır. Fidan dikiminin kışı yumuşak geçen yerlerde sonbaharda, kışı sert geçen bölgelerde ise ilkbaharda yapılması uygundur. Dikim mesafesi olarak 7 m x 7 m dekara 20 ağaç tavsiye edilir. Dut bahçesi Dikilecek fidanların; söküm esnasında ezilen, yaralanan, kopan köklerin sağlam noktasından budanmasına dikkat dilmelidir. Dikimi yapılacak fidanların kök budamasından sonra, ilaçlı su ortamına 100 litre suya 400 gr Captan+100 gr Benomyl veya Carbendazim bandırılması ve dikimleri tamamlanan fidanların %2’lik Bordo bulamacı ile ilaçlanması olası hastalık etmenlerine karşı alınabilecek önemli tedbirlerdir. Fidan dikim çukurlarının dikimden belirli bir süre önce açılması tavsiye edilir. Bilinen genel kurallara göre açılacak çukurların 30 – 40 cm derinlikte ve 40 cm çapta olması, dikim esnasında aşı noktasının, toprak yüzeyinin 2 – 3 parmak yukarıda kalmasına dikkat edilmesi önce her fidan çukuruna birkaç kürek yanmış çiftlik gübresi veya 100 gr TripleSuper Fosfat ile 100 g Amonyum Sülfat ilave edilerek toprağa iyice karıştırılmalıdır. İlginizi Çekebilir! Meyve Üretimi ile İlgili Tüm Yazılar Dut; dünya üzerinde Çin ve Japon mitolojilerinden başlamak üzere Yunan, Hawai,Kızılderili mitlerine kadar; Yezidi inanışlarından tutun Tevrat ve incil’de kimi ayetlerde zikredilmesine kadar çok çeşitli kültür ve dinlerde bir şekilde yer almış ve kutsal addedilmiştir. “Paper Mulberry”Broussonetia papyrifera, papyrifera L. kağıt dutu ya da diğer yaygın ismiyle tapa bezi ağacı tapa cloth tree vatanı Asya olan ancak, Çin, Japonya, Laos, Kamboçya, Tayland, Hindistan, Burma ve Okyanusya adalarında da geniş yayılım gösteren bir dut türüdür. Uygun anahtar kelimelerle tarandığında, başta Wikipedia olmak üzere internetteki binlerce kaynakta, kağıt, giysi ve örtü yapımı ile ilgili kullanımı öncelikli olmak üzere, bütün bu coğrafyada, efsane ve mitlerdeki kutsiyetiyle, kültürel, tarihsel ve hatta bugünkü günlük yaşamdaki önemiyle karşımıza çıkmaktadır. Kağıt dutu kabuğundan yapılan tapa denilen kumaş ya da bezler, özellikle Hawai’de, Okyanusya adalarında, eski Aztek ve İnka uygarlıklarında giysi, duvar ya da yer süslemeleri olarak kullanılmakta idi. Bugün de düğün gibi formel toplantılarda, iç dekorasyonda, ya da hediye olarak çok özel ve ayrıcalıklı bir üründür. Yunan mitolojisinde de dut belirli bir üne sahiptir. Mitoloji Sözlüğü’nde şair Ovidius’un ağzından aktarılan efsaneye göre dut ağacı, Pyramus ve Thisbe isimlerindeki sevgililerin buluşma yeridir. Fakat tam buluşacakları saatte genç kız, ağzı kanlı bir aslan görür, korkudan kaçarken sırtındaki örtüyü düşürür ve aslan bu örtüyü parçalar. Gelen Pyramus görünen tüm kanıtlar sevgilisinin öldüğüne işaret ettiği için kılıcını çeker, dut ağacının yanma gider ve kılıcı göğsüne saplar. Fışkıran kanlar ağaçtaki dutları karaya boyar. Roma Mitolojisinde Hikmet Tanrıçası Minerva’n sembolü olarak gösterilen ağaç ise zeytinle beraber dut ağacıdır. Ağaçların içinde en geç çiçekleneni olduğu için erken don zararlarına uğramaması bilgelik olarak değerlendirilmiştir. Luka İncili 17/25 de “Günah,îman ve Görev” bölümünde dutun adı şöyle zikredilmektedir. “5Elçiler Rab’be, îmanımızı artır!» dediler. 6Rab şöyle dedi Bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut ağacına, Kökünden sökül ve denizin içine dikil’ dersiniz, o da sözünüzü dinler..” Tevrat’ta da ILSamuel 523-24 de ve Tarihler Chronicles 1414-15 de dut ağaçlarının bahsi geçmekte,Rab Davut’a savaşta saldırıya geçmek için en uygun zamanı seçmek için dut ağaçlarını kullanmasını önermektedir. “23 -Davut RAB’be danıştı. RAB şöyle karşılık verdi “Buradan saldırma! Onları arkadan çevirip dut ağaçlarının önünden saldır. 24- Dut ağaçlarının tepesinden yürüyüş sesi duyar duymaz, acele et. Çünkü ben Filistin ordusunu bozguna uğratmak için önün sıra gitmişim demektir.” Müslümanlıkta kutsal sayılan ve hatta Kuran-ı Kerim’de Tin” suresinde de üzerine yemin edilen “incir” dahi dut ile aynı aileden yani “dutgiller-moracee” familyasındandır. Bayağı incir, Ficus carica Bilimsel Sınıflandırma ÂlemPlantae – Bitkiler BölümMagnoliophyta Smıf’.Magnoliopsida TakımRosales FamilyaMoraceae – Dutgiller Cins Ficus Tür Ficus carica Linnaeus Budizm’de de Buda’nın “Nirvana” yani aydınlanmaya bir incir ağacının Hint Inciri-Banyan veya Bodhi Ağacı altında otururken yaptığı nefes meditasyonları sırasında erdiğine inanılır. Kutsal İncir,Banyan ya da Bodhi Ağacı, Ficus Religiosa Bilimsel sınıflandırma Kingdom Plantae unranked Angiosperms unranked Eudicots unranked Rosids OrderRosales FamilyMoraceae Dutgiller GenusFicus SpeciesF. Religiosa Bu ağaç Hindistan’ın milli ağacıdır ve Hinduizm, Jainizm ve Budizm’de kutsal kabul edilir ve tapınaklar bunun altında inşa Banyan ağaçları dünyanın en geniş gölgeliğine sahip ağaçlandır. Büyük İskender’in amirali Nearchus ,7000 askerinin Narmada nehrinin kıyısında gölgesinde dinlendikleri çok büyük bir ağacı betimlemiştir. Hinduizm’ de Banyan ağacı yaprağının Tanrı Krişna’nın dinlenme yeri olduğuna inanılır. Hindu rahipleri hala bu ağacın altında meditasyon yaparlar ve ibadetlerinin bir parçası olarak ağacı tavaf ederler. Genellikle bu tavaf 7 defa yapılırken bu sırada “Selam olsun ağaçların kralına!” diye seslenilir . Özellikle Çin’ de dut ağacına çok büyük önem atfedilmiş ve yaradılış söylencelerinde bile yer almıştır. Yaradılış mitine göre insanlar sarı toprak ve çamurdan yapılmışlardır. Sarı Toprak, medeniyetin yüksek düzeyli insanlarını, çamur ise alt tabakasını oluşturur. Mitolojide Nieh Yao Chun Ti denilen dağda eğik bir dut ağacı vardır. Burası bir güneşin battığı, diğerinin doğduğu yerdir. Mitolojileri kendilerini dut çalılıkları üzerinde kurban ederek halkını kuraklıktan kurtaran yarı tanrı kahramanlar, tufan sırasında uyarılmasına rağmen durup geriye baktığı için dut ağacına dönüşen kadınlar, dut ağacının kovuğunda bulunan bebekler ya da dut ağacı kovuğunda yaşayan krallar gibi figürlerle doludur. Japon mitolojilerinde ise dut şöyle yer alır “İzanami İlk Ana ,Ateş Tanrısını doğurur. Doğururken de yanmaya başlar ve Yeryüzü Tanrıçası ile Su Tanrıçasını doğurduktan sonra ölür. Ateş tanrısı Yeryüzü Tanrıçası ile evlenir. Onların kızı olan Bitki Tanrıça-sının saçlarından dut ağacıyla ipek böceği, göbeğinden de beş çeşit tahıl Japon geleneksel kağıt katlama sanatı Origami’nin tarihçesi anlatılırken dut ve kenevirden elde edilen ham maddelerin dini ayinlerde adak olarak sunulduğundan bunlardan elde edilen kağıtlara kötü ruhları kovacak sözcükler yazıldıktan sonra katlanarak yolcuların üzerine takıldığından bahsedilmektedir. Noshi denilen, içinde et ya da midye bulunan bir tür origami, şans getirdiğine inanılarak çeşitli kutlamalarda sunulan hediyelerin üzerine iliştirilmektedir. Bugün bile Şinto rahipleri kötü ruhları uzak tutmak, tapmak alanlarını sınırlandırmak ve kutsamak için kesilmiş ve katlanmış kağıt washi Bizdekımuska’ve “maaşallah takma” inanışlarına benzerliğe dikkat ediniz Benzer şekilde Tibet’te de, her yıl Tibet takviminin ilk ayının budistler dileklerini Tanrıya ulaştırsınlar diye yüksek dağ geçitlerinde dut yaprakları yakarlar ve solmuş dua flamalarını yenileriyle değiştirirler. Dutun İslamiyet’teki yerini incelerken şunlar dikkatimizi çekmiştir Peygamber Efendimiz asm, incirin Cennet meyvelerinden olduğunu bildirerek şu mübârek sözleriyle onu methetmişlerdir “İncir yiyin. Eğer Cennet’ten inen bir meyve olduğunu söylese idim, bunun incir olduğunu söylerdim. Çünkü Cennet meyvelerinin çekirdeği olmaz”demiştir. Nitekim dut da çekirdeksiz meyvelerdendir ve yukarıda belirttiğimiz gibi dut ve incir aynı familyadandır dutgiller familyası. Kuran-ı Kerim ya da hadislerde doğrudan dutun ismen zikredilmemiş olmasının nedeni, suyu seven bir ağaç olması hasebiyle muhtemelen o zamanlar Arabistanda pek yaygın bir yetişme göstermemesi olabilir. Ancak dutun en gözde sanayi ürünü olan ipek, Kuran-ı Kerim’de beş surede, cennetteki yaşantı ve oradaki nimetler tasvir edilirken zikredilmektedir. Bunlar Kehf Suresi, 31 Hac Suresi, 23 Fatır Suresi, 33 Duhan Suresi, 53 İnsan Suresi, 12,21 sureleridir. İpek bu ayetlerde şöyle geçmektedir “1831 -İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri! 2223 -Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir. 3533 -Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. 4453 -Onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı olarak otururlar. 7612 -Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir. 7621 -Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.” Türklerin İslamiyet öncesi inanışlarında ve mitlerinde de ağaç figürü çok önemlidir. Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinden Işık “Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar ve Bunlara Bağlı Kültler” isimli makalesinde Türklerde kayın,çam ,ardıç gibi ağaçların yanı sıra dut ağaçlarının da kutsal kabul edildiğini belirtmektedir. Makalede MS. V. yüzyıllarda Göktürklerin Hakan soyunun yeraltı Tanrısının makamına dut ağacı veya çam ağacı diktikleri, daha sonra senenin beşinci ve sekizinci aylarında bu ağacın etrafında at ile yarışarak dini bir tören gerçekleştirdikleri nakledilmektedir . Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi Gültekin “Türklerde Bereket Sembolü Olarak Kullanılan Meyve Motifleri ve Mimaride Kullanılması” isimli makalesinde, dut ağacının Türkler için yalnızca meyve olarak değil, ipek böcekçiliği bakımından da büyük değer taşıdığından; Çin’den gelen ipek yollarının hemen hepsinin Türk ülkelerinden geçmesi dolayısıyla ipek kültürünün Türklerde çok erken çağlarda başladığından bahsetmektedir. Makalede Hun ve Göktürklerin de dut ağacına değer verdiği ve dut ağacının liflerini kağıt para ve kağıt yapımında kullandıkları anlatılmaktadır. Eldeki bulgular ipeğin Çinlilerden önce Türk kavimleri tarafından keşfedildiği ve dut ağacı ipeği ile yaban ipeğinin Çinilerden çok önce Türkler tarafından üretilmiş olduğu yönündedir. 1970 yılında Özbekistan’ın güneyinde yapılan kazılarda ait olduğu sanılan bir kadının mezarında göğsünde bir dut ağacı dalı ile gömülmesi, Orta Asya’da “dut ağacı, ipek böceği ve ipek” in ne kadar önemli olduğunu vurgular niteliktedir 14. Corayeff “İpekyolu Efsaneleri” isimli kitapçığında ipekböceğinin türeyişi ile ilgili şöyle bir söylenceye yer vermiştir “Bir zamanlar Buhara taraflarında son derece mütevazi, hak sözlü, hak aşığı Eyüp isimli biri yaşarmış. Onu kıskanan şeytanlar Allah’ın huzuruna varıp fitne fesat çıkarmışlar. Tanrı’da onu denemek için dert üstüne dert vermiş. Sonunda Eyüb’ün vücudunda öyle yaralar çıkmış ki her yanım kurtlar ise “Bu da Tanrının iradesi” diyerek her dert karşısında olduğu gibi buna da sabredermiş. Bir gün ayaklarındaki kurtlardan bazılan yere düşünce Eyüp “aç kalmasınlar” diyerek onlan toplayıp tekrar ayağının üzerine koymuş. Kurt ise ayağını fena şekilde ısırmış. Buna şaşıran Eyüp “vücudumdaki bütün etleri yerken böyle ısırmadın da yerden alıp ayağıma tekrar koyunca mı ısırdın?” diyerek bir kurdu alıp yarımda yaşadığı çeşmenin yalağına bırakmış. Kurt bir sülüğe dönüşüp yüzüp gitmiş. İşte insanların kanını emerek şifâ veren sülükler böyle oluşmuş. Eyüp ikinci bir kurdu havaya fırlatmış. O da bal arısına dönüşüp uçup gitmiş. Üçüncü bir kurdu da çeşme başındaki dut ağacının dalına koymuş. Ondan da ipek böceği türemiş15. Türklerde dut ağacının kutsal olduğu inanışını besleyen rivayetleri Hacı Bektâş-î Veli ile ilgili menkıbelerde de görmekteyiz. “Vilâyetnâme’ de onun Anadolu’ya gönderilişi şöyle bir menkıbe ile anlatılmaktadır . Kutsal emanetler Elifi Taç, Hırka kılık, Çırağ mum, sofra yaygı, sini altı, alem sancak, seccâde namaz halısı Peygambere tanrı tarafından gönderilmiş, ondan Aliye ve Sekizinci İmam Alî er-Rızâ’ya geçmişti. Ahmet Yesevî’nin halifeleri, emanetin aralarından birine verilmesini isterler. Bunun üzerine Ahmet Yesevi, “Kendisine verilecek olan, onları almağa gelecektir.” diye söyler. Duyum gücü ile bu çağrıyı alan Hacı Bektaş, mekan sınırlarını aşarak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde, Türkistan’a varır ve Ahmet Yesevî’nin dergahının eşiğine yüz sürer. Pir, töreye göre, onun saçını kazıdıktan sonra, kendisine nasip sunar ve kutsal emanetleri verir. “Git, seni Rum ülkesine gönderiyoruz, sana oturacağın yer olarak Solucakarahöyük u veriyor ve seni Rum Abdallarına baş kılıyoruz. Rum’da gizlere ermiş, kendini aldırmış ve cezbeye girmiş olanlar gerçekler, budalalar ve esrikler çoktur. Bir yerde eğlenmeden heman var.” diye söyler. Hacı Bektaş, ertesi gün güneş doğarken, Ahmet Yesevi’den izin alarak yola koyulur. Varışını bildirmek için, dervişlerden biri, yanan bir odun parçasını, uzaklara doğru havaya atar. Bu bir dut dalıdır. Konya yakınlarına düşer ve Hak Ahmet Sultan adlı ermiş bir kişi onu alıp, şimdi Bektaşilerin tekkesi olan yerin eşiğine diker. Ağaç bugün de oradadır ve tepesi yanmış bulunmaktadır.” Bu kara dut için Hacı Bektaş-ı Velinin “-Bu ağaç dut verdikçe bilesiniz Anadolu bizimdir…” dediği rivayet edilir. Kara dutun da, Ahmet Yesevi’nin devamı olan Bektaş-ı Velinin ruhaniyetinin sürekliliğini bildiren maddi meyve olduğuna inanıldığı için, her yıl Hacı Bektaş’a gelen ziyaretçiler, Balım Sultan türbesinin hemen girişinde bulunan bu ulu dut ağacının, hâla oluşan meyvelerinden yemek için birbirleriyle yarışmakta hatta altında sabahlamaktadırlar. Anadolu’da da dut halk arasında çeşitli dini ve geleneksel ritüellerde yer almıştır. Bunların arasında Adana’da mileytut denen gün 22 Aralık öğleden sonra başlar, 23 Aralık öğlene kadar sürer. Bu günde tatlı aşlar pişirilir. Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. Bu yemekler Hz. İsa’nın anısına yapılır. Yine Adana Yumurtalık’ta düğün merasiminde gelinle damadın geçeceği kapının üzerine dut yaprağı yapıştırılır. Gelin yeni evine girerken dut yaprağı içine konan bal ve yağ kapıya yapıştırılır. Tahtanın yağı emmesi, gelinin o aile tarafından benimsenmesini, bal ağız tadını, dut yaprağı ise sabrı temsil eder. Divriği düğünlerinde kına gecelerinde, eline kına yakılmış kız, başında ipek duvağı ile bir dut ağacının altına getirilerek başına dut silkelenirdi. Bu uygulamanın temelinde dutun haneye bolluk, bereket ve uğur getireceği ve evin ruhu olduğu inancı vardır. Divriği’de dut kutsal bir meyvedir ve “Analar Anası Fatma Anamızın mihri” olarak kabul edilir. Yürüyemeyen ya da geç yürüyen çocuklar için yapılan büyüsel yollu halk hekimliği uygulamalarından birinde ise çocuğun ayak bilekleri birbirine bağlanır; bu bağ, dut ağacı dibinde kesilir. Çocuğu taşıyan annesi, ardına bakmadan çocuğuyla birlikte evine döner. Dut ağacıyla ilgili günümüze yansıyan geleneksel kutlamalardan biri de Ankara’da yapılan “Dut Dede” şenlikleridir. Bu şenliklerde de Hacı Bayram’ın akrabası olan yaşamış bir evliyanın asasını yere vurduğu yerde dut ağacı bitirmesi ve bu ağacın meyvelerini bir koca ordunun yiye yiye bitirememesi kutlanır , Çalışmasını lutfenden Can Dostum Sabahat Setile minnetler Mevlana Celaleddin-i Rumi ise “Ey can, şeker kamışından bir yolunu bulurlar, şeker çıkarırlar, Dut ağacının yaprağından da ipek kumaş dokurlar, Yavaş ol, acele etme, sabırlı ol, Zamanla, koruktan helva yaparlar” sabrı dutla sembolleşmiştir. İmam-ı Şafi ye “Allah’ın varlığına delili nedir?” diye sorduklarında “Dut yaprağıdır” demiş ve şöyle devam etmiştir “Çünkü aynı yaprakları koyun yer süt yapar; arı yer bal yapar; geyik yer misk yapar; tırtıl yer ipek yapar. Tadı rengi kokusu ve maddesi bir olan şeyden bu kadar farklı güzellikleri yaratmak ancak Allah’ a mahsustur.” Anadolu’da da dut halk arasında çeşitli dini ve geleneksel ritüellerde yer almıştır. Bunların arasında Adana’da mileytut denen gün 22 Aralık öğleden sonra başlar, 23 Aralık öğlene kadar sürer. Bu günde tatlı aşlar pişirilir. Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. Bu yemekler Hz. İsa’nın anısına yapılır. Yine Adana Yumurtalık’ta düğün merasiminde gelinle damadın geçeceği kapının üzerine dut yaprağı yapıştırılır. Gelin yeni evine girerken dut yaprağı içine konan bal ve yağ kapıya yapıştırılır. Tahtanın yağı emmesi, gelinin o aile tarafından benimsenmesini, bal ağız tadını, dut yaprağı ise sabrı temsil eder. Divriği düğünlerinde kına gecelerinde, eline kına yakılmış kız, başında ipek duvağı ile bir dut ağacının altına getirilerek başına dut silkelenirdi. Bu uygulamanın temelinde dutun haneye bolluk, bereket ve uğur getireceği ve evin ruhu olduğu inancı vardır. Divriği’de dut kutsal bir meyvedir ve “Analar Anası Fatma Anamızın mihri” olarak kabul edilir. Yürüyemeyen ya da geç yürüyen çocuklar için yapılan büyüsel yollu halk hekimliği uygulamalarından birinde ise çocuğun ayak bilekleri birbirine bağlanır; bu bağ, dut ağacı dibinde kesilir. Çocuğu taşıyan annesi, ardına bakmadan çocuğuyla birlikte evine döner. Dut ağacıyla ilgili günümüze yansıyan geleneksel kutlamalardan biri de Ankara’da yapılan “Dut Dede” şenlikleridir. Bu şenliklerde de Hacı Bayram’ın akrabası olan yaşamış bir evliyanın asasını yere vurduğu yerde dut ağacı bitirmesi ve bu ağacın meyvelerini bir koca ordunun yiye yiye bitirememesi kutlanır. Dut ağacı eski çağlardan beri Türk Halk müziği çalgılarının da yapımında kullanılan bir malzemedir. Bu çalgılar arasında en önemlisi kopuzdur. Dede Korkut hikâyelerinde kopuzu kutsallık atfedilen önemli bir çalgı olarak görürüz. Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan da yaygın olarak kullanılan “dutar” çalgısının gövdesi dut ağacından telleri ise ipektendir22. Türk Halk Edebiyatımızın en büyük ozanlarından biri olan Aşık Veysel bir deyişinde sazıyla konuşur ve ona “Bahçede Dut İken Bilmezdin Sazı Bülbül Konar Mıydı Dalına Bazı Hangi Kuştan Aldın Sen Bu Avazı Söyle Doğrusunu Gel İnkar Etme Sen Petek Misali Veysel de Arı İnleşir Beraber Yapardık Balı Ben Bir İnsanoğlu Sen Bir Dut Dalı Ben Babamı Sen Ustanı Unutma” derken bizi biz yapan değerlere gösterilmesi gereken vefayı de çok özlü bir şekilde ifade eder. Risale-i Nur sitesinde Bediüzzaman Said-i Nursfnin de dutu çok sevdiğini ve “İşte şu hadsiz acâib-i sanat içinde yeryüzünün rahmânî sofrasında yalnız kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak! Kemâl-i rahmeti, kemâl-i sanat içinde gör!” şeklinde övdüğünü görüyoruz . Anadolu’da yeraltı su kaynaklarını arama işinde dut dalı kullanılmaktadır. Hatta internette bu işi profesyonelce yapan kişilerin siteleri mevcuttur. Sitede bu yöntem“ Dut ağacı dallarındaki kılcal iletim demetlerinde mevcut su ile aktif yer altı suları arasında manyetik bir etkileşim oluşmaktadır. Bu etkileşim sonucunda meydana gelen hareketlenmenin, taşıyan insan tarafından hissedildiği noktada suyun ilk yansımaları tespit edilebilmektedir.” şeklinde açıklanmaktadır. Bize göre bu durum bile dutun kutsiyetinin bir ispatıdır. İşte böylesi kutsal ve gizemli anlamlar yüklenen dut ağacı Orta Asya’dan Anadolu’ya ve hatta Balkanlara kadar hemen her cami avlusuna, din ve devlet büyüklerinin başuçlarına, evliyaların türbelerine dikilmiştir. Ama dutun kutsiyetiyle ilgili olarak bunların hepsinden de daha ilginç olan son örnek; bugün insanlık ve dinler tarihi hakkmdaki bütün bildiklerimizi alt üst eden, bütün dünyayı heyecana boğan, Urfa’da Harran Ovasına nazır Göbeklitepe’de dünyanın en eski tapınağının açığa çıkarılması ve orada da tapınağa yukarıdan bakan, yaşlı ve yalnız karadut ağacının varlığıdır. Tapmak bulunmadan önce de burada isimsiz iki yatır bulunması dolayısıyla “Göbeklitepe Ziyareti” olarak bilinen bu tepede ağaca bezler bağlanarak dilek dilenirmiş. Göbeklitepe ya da Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km. kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10 – 12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş, aralan taş duvarla örülmüş olmalarıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartma ya da oyularak betimlenmiştir. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar buluntunun dünyanın en eski tapınaklarından biri olduğunu göstermektedir. Öyle ki yaklaşık yıla giden tarihi ile Mısırdaki piramitlerden 7000, İngiltere deki Stone Hedge kalıntılarından da 5000 yıl öncesine uzanmaktadır. Göbekli Tepedeki kazılara kadar bilim dünyası, göçebe küçük gruplar halinde örgütlendiği düşünülen avcı – toplayıcı toplulukları oldukça basit standartlarda yorumlamıştır. Ancak kazılarda ortaya çıkan, bir kült merkezi olarak anıtsal boyutlarda mimari, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalar, en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişkin ve çok yönlü bir sosyal, kültürel ve teknik bir yapıya sahip olmaları gerektiğini göstermektedir. Tüm bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli Tepeyi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından tarihinde Dünya Miraslarına aday gösterilmiştir.Wikipedia Tarih boyunca pek çok medeniyetin hüküm sürdüğü Şanlıurfa; kültür ve medeniyetin dünyaya yayıldığı yer olarak kabul edilen, arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak tanımlanan topraklar üzerinde bulunur. Kudüs’ün dışında hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlarca kutsal kabul edilen yegâne şehirdir. Şanlıurfa; üç semâvi dinin atası olan doğduğu ve inancı yüzünden Nemrut tarafından ateşe atıldığı; Sabrın Sultanı m hastalık çektiği ve vefat ettiği atayurdu; evlendiği yerdir. u arayan Elyasa Peygamber onun yaşadığı Eyyüp Nebi Köyüne kadar gelmiş ancak göremeden orada vefat Peygamber Harran’a 37km. uzaktaki Şuayb Şehrinde yaşamış, Musa peygamber bu şehrin yakınındaki Soğmatar’da onunla buluşmuştur. İsa Peygamber, Şanlıurfa’yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği bir mendile çıkan mucizevî portresini Urfa Kralı Agbar Ukkama’ya göndermiş ve Hıristiyanlık bir devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde burada kabul görmüştür. Bütün bu peygamberlerin Urfa ile ilişkisi olduğundan buranın bir adı da “Peygamberler Şehri”dir. Ayrıca aralarından sadece birkaç tanesini örnek olarak sayabileceğimiz Cabir-El Ensâr Hazretleri, İmâm-ı Bakır Hazretleri, Şeyh Hâyat- el Hârrani ve Sâid-i Nursî Hazretleri gibi büyük birçok eren ve evliyâ bu şehirde meftundur. Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan tüm yapılar, Neolitik Çağ içinde bilinçli olarak ve hızla bir yığınla örtülmüşlerdir. Yapıların hangi amaç ve düşünceyle örtüldükleri buluntuların bunca yıl tahribata uğramadan günümüze ulaşmaları bu uygulama ile mümkün olmuştur. Görünüm, sanki binlerce yıl önceki Göbeklitepeliler oraya bir sır gizlemiş ve sanki kutsal karadutun altında yatan mübarekler de oranın bekçisi olmuş ve bu sır açığa çıkmak için nedense bu zamanları beklemiş gibidir. Ya da 2014 yılında vefat eden ve buranın “cennet bahçesi” olduğunu iddia eden Göbeklitepe’nin kaşifi Schmidt’in son zamanlarında dediği gibi, orası bir tapmak değil, Mısır piramitleri gibi dini lider ya da kralların anıtsal mezarları olabilir. Çarpıcı olan şey ise Göbeklitepe’nin yanında uzanan ovanın adının “Edene” olması Aden,Adn cenneti????? Yukarıdaki bilgilerle birleştirilince belki orası da kadim ve büyük bir peygamberin makamı olabilir’ diye düşünmemek elde ezoterizm ve/veya mistizm araştırıcılarına ve gönül ehillerine sunuyoruz… Çoklukla tek başına olan kutsal ağaç figürleri, doğrudan Allah’ın tekliğini sembolize etmektedir. Türk mitolojik sistemi kutsal ağaçlarla doludur. Dağlar ve ağaçlar, gök ile yer-suyu birleştiren bir ibadet yeri ve simge olarak görülür. Türk düşüncesine göre Tanrı yarattığı dokuz insan cinsini, onlardan önce yarattığı dokuz dallı ağacın gölgesinde barındırmıştır. Dolayısıyla yaratılış bilgisinin özünde ağaç önemli bir külttür22. Aynı zamanda “Ağaçlar, sürekli yenilenme halindeki evreni temsil eder; evrenin merkezinde, ebedî hayat ya da bilgi ağacı hangisi olursa olsun her zaman bir ağaç vardır”24 Bu yüzden Göbeklitepedeki karadutun gövdesinde, eski Mısır’da kutsal kabul edilen, ölüm ve ötesini, yoktan yaradılışı, reenkarnasyonu ve kozmik evrenin meydana getirilişini sembolize eden scarabe adlı böceğin bok böceği tırmanışının zikredildiği ve yöre halkınca bu böceklerin yalnızca o bölgede görüldüklerinin ifade edildiği röportaj, bana son derece ilginç geldi25. Scarabe bok böceklerij’ler bugün için Samanyolu’nu izleyerek ve yıldızlara göre yönlerini buldukları ve kendilerini oriente ettikleri bilinen, insanın dışındaki tek canlıdır26. Eski Mısırda hiyerogriflerde böcek başlı ya da böcek kıskacı şeklindeki elleri olan insanlar şeklinde tasvir edilen, yükselen güneşin tanrısı Khepri ile bağlantılanır. Krallar vadisinde Mezar KVö’da ScarabeBok Böceği Bu böcekler ziraatte çok önemli bir rol oynarlar. Gübreyi gömerek ve tüketerek toprağın beslenme sürecinin ve yapısının iyileşmesinde; ayrıca zararlı böcek ve sineklerin üremesine neden olacak ortamı temizledikleri için çiftlik hayvanlarının korunmasında çok önemli rol oynarlar. Birleşik Devletlerde bu böceklerin sığırcılıkta yaklaşık 380 milyon dolarlık bir tasarruf sağladıkları tahmin edilmektedir. Bitkiler aleminin kutsal bilinen ağacıyla hayvanlar aleminin kutsal bilinen bir canlısının birlikteliği belki o kadar da şaşırtıcı olmasa gerektir. Dut Selçuklular döneminde de önemli bir ağaç olarak karşımıza çıkar. Kaynaklara göre tarihi Asurlulara kadar uzanan, zamanında Halep ile Urfa arasında önemli bir ticaret merkezi olan ,Suriyenin kuzeyindeki Menbic şehrinin sokaklarına ipek böceği yetiştirmek için dut ağaçları dikilmekteydi. Balıkesir’den Hindistan’a ipek gönderildiği kaydı da bu bölgede dut ağaçlarının çokluğunu gösterir. Yine Selçuklular döneminde Sivas’ta ve Anadolu’nun diğer bölgelerinde ipek satanların varlığı kaynaklarda yer alır. Marco Polo, Konya, Kayseri, Sivas’ı içine alan bölgede koyu kırmızı ve diğer renklerde kaliteli ipeklerin üretildiğini söyler . Herhalde bunların farkındalığından olsa gerek, dut Osmanlı’ da da neredeyse bir sembol ağaç haline gelmiştir. Osmanlı arşivlerinde din ve devletin ileri gelenlerince vakıf olarak tahsis edilen dut ağaçlarına ait pek çok kayıt vardır. Dünyada dut türlerinin orijini konusunda henüz tam olarak söz birliğine varılamamıştır. Kimi araştırıcılara göre belirli Morus formlarının yabanileri aslında Hindistan da bulunmaktadır. Kimilerine göre ise, dutun ilk orijin merkezi Doğu Çin, Kore ve Japonya’yı içine alan Çin-Japonya gen merkezidir. 1930’lu yıllarda Ulu Önder Atatürk tarafından özel görevi Mu Kıtası, Mayalar ve TürJder arasındaki ilişkiyi araştırmak olacak şekilde Meksika Elçiliğine atanan Büyükelçi Tahsin Mayatepek’in raporları üzerine getirtilerek dilimize çevrilen, İngiliz Albay James Churchward m kitaplarında Mu kıtasının insanoğlunun anayurdu olduğu pek çok belge ile kitaplara göre 50 000 yıl öncesinden var olan Mu uygarlığı kısa bir süre içinde depremler,korkunç yanardağ patlamaları ve gümbürtülerle 64 milyon insanla birlikte sulara gömüldü. Churchward Kayıp Kıta Mu adlı kitabında Muya bağlı koloni imparatorlukları arasında en önemli yere sahip olan Uygur İmparatorluğunun bundan 17 000 yıl önce astroloji,madencilik, tekstil, mimari, matematik, tarım, edebiyat ve tıp alanında bilgili olduklarını; ipek,metal ve ahşap üzerine süslemecilikte uzmanlaşmış olduğunu söylüyor. Pasifik okyanusunda geçmişte büyük bir medeniyetin olduğu yönündeki bu görüş, çok çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüştür. Çine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde “Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık” diye yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, cl4 karbon testleriyle sabittir. Wikipedia Eğer bu görüş doğru ise dutun ana vatanı, “Moringa ve Vetiver” denilen ve bunların da ülkemize kazandırılmasının elzem olduğuna inandığım ve neredeyse dut kadar önemsediğim; benzer şekilde mit ve geleneklerde cennet bitkileri’ şeklinde yer almış mucize bitkilerle beraber Mu kıtası olabilir. Bu konuların üzerinde çalışırken çok fazla ilgimi çekmesine rağmen ana mecradan uzaklaşmamak için ayrıntısına girmek istemediğim bir hususu, özellikle arkeolojiye meraklı okuyucularımın dikkatine sunmak isterim. İnternette rahatlıkla bulabileceğiniz üzere, lütfen Göbeklitepe buluntularında taşlara oyulmuş sembollerle Mu tabletlerindeki sembolleri, hatta birkaç sayfa gerideki Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin resimlerini karşılaştırınız. Benzerlikleri çok şaşırtıcı bulacağınıza T şeklindeki dev heykeller, Mu sembolleri ile aynı. Orjini neresi olursa olsun farklı iklim ve toprak şartlarına adaptasyon kabiliyeti yüksek olan dut, hem ılıman hem de subtropik iklim şartlarında yetişebilen bir meyve türüdür ve genetik kaynaklarındaki büyük çeşitlilik dünyanın pek çok yerinde geniş bir yetişme alanı bulmasını sağlamıştır. Yetiştiriciliği yapılan ve meyvesinden yararlanılan dut tip ve çeşitleri genel olarak Morus alba L. beyaz dut, Morus nigra L. kara dut ve Morus rubra L. kırmızı veya mor dut olarak adlandırılabilir. Babacanoğlu’ndan Bir Öykü “Dut Ağacı” M. Demirel Babacanoğlu Yazdı 796 Sokakta bir dut ağacı vardı. Yıllar önce dikilmiş yaşlı bir ağaçtı. Her yıl birkaç dalı budanır gençleştirilirdi. Parmak kalınlığında iri mor ve tadından yenmez meyvesi vardı. İlkyaz geldiği zaman, bu güzel ballı meyveler dallardan sarkardı. O zaman işte sokağın çocukları buna dayanamazlardı. Altına gelir dururlardı. Öylece dut ağacının meyvesine bakarlardı. Kimilerinin ağzından salyası akardı. Hemen kolunun yeniyle çaktırmadan silerlerdi. Dut ağacının sahibi Haçca Teyze, ilk meyvelere kimsenin dokunmasını istemezdi. Önce kendi yiyecek, yakınlarına yedirecek, sonra, nazınan tuzunan, sokağın çocuklarına izin verecekti. Çocuklar bu anı büyük sabırsızlıkla beklerlerdi. Beklemeyenlerse Haçca Teyzenin görmez tarafından dut ağacına çıkarlar, dutları koparıp ivedi ivedi ağızlarına atarlardı. Çoğu zaman da çiğnemeden yutarlardı. Burası Adana’nın kenar mahallerinden biriydi. Ellili yılların sonlarında kurulmuştu. Başımı sokacak bir yerim olsun diyen gelmişti köylerden. Fabrikalarda ve benzeri yerlerde, küçük işletmelerde iş bulmuşlardı. Ya da tablalarla narenciye, cıncık, boncuk gibi şeyler satıyorlardı. At arabacılığı yapıyorlardı. Çalışıyorlar, çocuklarını okutuyorlardı. Çoğunun evleri biriketten yapılmış eğreti evlerdi. Odaları nohut kadar küçüktü. Sokakları dardı. Caddelerinden iki araba zor geçerdi. Yağış olduğu zaman her yer çamura keserdi. Çoğunun suyu da yoktu, meydan çeşmesinden su alırlardı. Haçça teyze dut ağacını çok seviyordu. Daha doğrusu o bir ağaç hayranıydı. Bütün ağaçları tapar gibi severdi. Ağaçların dalından, meyvesinden, gölgesinden yararlanılabilirdi. Kuşlar dallarına konar öterler, meyvesinden yerlerdi. Bütün bunlar onun için en büyük iyilikti. Belki de cennete götürecek önemli bir iyilik… Mahalle kurulmazdan önce Haçca Teyzenin eşinin aldığı bu arsa üzerinde dut ağacı vardı. Haçca Teyze buraya kondusunu yaptırırken, dut ağacını özenle korumuştu. Ona zarar gelmesin diye, işçilerin başından hiç ayrılmamış, ille de dut ağacına dokunmayın diye tembihlerde bulunmuştu. İşçiler de Haçca Teyzenin sözünü tutmuşlar, dut ağacına en küçük zarar vermemişlerdi. Kondu ona göre yöntemlenmiş, arsaya oturtulmuştu. Dut ağacı tam da kondunun kapısının ağzına denk gelmişti. Haçca Teyzeye göre iyi de olmuştu. Hiç değilse kapı açıkken, evin içini görülmezdi, bir bakıma dulda olmuştu… Burası, mahalle olmazdan önce büyük bir bahçeydi. Çevrede ona bitişik diğer bahçeler de vardı. Buraya Gafur’un bahçesi derlerdi. Dut ağacını kimin diktiğini Gafur bile anımsamıyormuş. “Belki de dedemin dedesi dikmiştir.” diyormuş. Ayrıca şöyle öyküler de anlatıyormuş. “Dedemin dedesinin zamanında kentin bütün çevresi bağlık bahçelikmiş. Uçsuz bucaksız dut bahçeleri varmış. Burada yaşayanların çoğu ipekböcekliği yaparlarmış. Adana’da kocaman ipek tezgahları bulunurmuş. Akşam sabah kadınlı erkekli ipek dokurlarmış. Taşköprü’nün başında ipek pazarı kurulurmuş. Batıdan gelen ipek tüccarları, özellikle Roma’dan gelenler, buradan aldıkları ipekleri ülkelerine götürür pahalı fiyatlarla satarlarmış… Belki de dut ağacı o günlerden kalma” der, çevresine öğünürmüş… Ama ne fayda ki o günlerde küçücük olan kent, bu günlerde büyümüş… Köylüler kente akın etmişler, birer gece kondu sahibi olmak istemişler, başlarını sokacak kadar yer olsun da ne olursa olsun demişler. Kimi işçi olmuş, kimi hamal, bir lokma ekmek için çalışmaya başlamışlar… Göç arttıkça, topraklar daralmış, arsalar satılmış parsel parsel… Kent büyümüş iyice! Kenar mahallere “Varoşlar” adı verilmiş. Haçca Teyzenin evi bizim bitişiğimizdeydi. Duvar duvara, kapı kapıya komşuyduk. Yaşlı bir kadındı Haçca Teyze; belki de yaşı, yüzü geçmişti. Anam “Bacı” derdi ona. Oysa onun teyzesiydi. Biz de teyze derdik. Yaşlılık günlerinde hep yanında olduk. Resmi olsun olmasın bütün işlerine koşardık. Hatta kondusunun duvarını badana bile yapardık. Çok sevinirdi, dünyalar onun olurdu… Küçük, kutu gibi iki göz bir kondusu vardı. Son eşiyle bu konduda yaşamışlardı. O ölünce yalnız kalmıştı. O, yalnızlığı hiç sevmezdi. O, yüz yaşına yaklaşan yaşında; aynı mahallede oturan bir sakallıya aşık olmuştu. Kendince bir gerekçe de bulmuştu. Bekar ölmek cehennemlikti! “İlle de eşin olacak, eşli öleceksin” diyordu. Aşığıyla evlendi, hacca gitti, hacı oldu geldi. Artık onun adı Haçca Teyze değil, Hacı Teyzeydi, ama biz ona, bazen Hacı Teyze, bazen de belki de çoğu kez Haçca Teyze derdik. O’nun imam nikahıyla evlendiği İbrahim Amcanın yasal eşi bu evliliğe ses çıkarmamıştı. “Fazla mal göz çıkarır mı?” diyordu. Ama etraftan onu rahat bırakmadılar. “Gız gocanı niye verdin ona, sende hiç akıl yok mu? Ben olsam salmam onun yanına. Altından girer, üstünden çıkarım, gocamı kimseyle paylaşmam. Sen deli misin?” diyorlardı. Bu sözleri duyunca da içine sıkıntılar giriyor, karnının içinde yetmiş seksen şeytan dolanıyordu. Bir gün sakallıyı karşısına aldı. “Bana bak, İbrahim, bundan kelli o hasbanın yanına gitmeyeceksin. Gidersen ötesini sen düşün! Ele güne malamat ederim seni!” İbrahim Amca n’apsın, kuzu kuzu dinliyordu eşini. Dili tutulmuş gibi duruyordu. Dudakları uzadı, gerildi, gırtlağına birkaç söz dizildi, durdu. Vazgeçti konuşmaktan, “tamam tamam” dedi… Bu kez Haçca Teyze’yle on beşlik aşıklar gibi gizli gizli buluşmaya başladılar. Akşam kararınca köşe başlarında, sokak içlerinde görüşüp, fısıldaşıyorlardı. Fırsat buldukça da imam yeni eşinin evine dalıveriyordu. Birinde, İbrahim Amcanın eşi onları izlemişti. Tam da o sırada üstlerine varmış kapıyı tıklatmıştı. Resmi deyişle “suçüstü” yakalamıştı. Haçca Teyze kapıyı hemen açmamış, aşığını, loş, nemli, soğuk evin altına saklayıvermişti. Sonra da kapıyı açmış, “Buyur gel gızzz otur şuraya!” demişti. O da hiçbir şey olmamış gibi kerevetin üstüne kurulmuştu. Ordan burdan söyleşmeye başlamışlar, mahalle dedikodularına dalmışlardı. Adamcağız üşütmüş birkaç kez hapşırmak zorunda kalmış, “hık mık” ederek savuşturmuştu öksürüğünü. Ama hapşırık bu, yeniden yeniden arka arkaya diziliyordu. Yüzü kızarıyor bunalıyordu İbrahim Amca, en sonunda hapşırmak zorunda kaldı. Hapşırık duyulunca, eski eşi, yeni eşe, “Bu hapşırık nerden geldi gızz!” dedi. O da “yoldan geçenler hapşırmıştır,” diye yanıt verdi. Sonra hapşırık yinelenince “Bu hapşırık da mı yoldan geliyor?” dedi eski eş. “Yok canım” dedi yeni eş, bitişik komşunun beyi hasta da, ondan geliyor…” Eski eş uzunca bir süre kaldıktan sonra ayrıldı. İbrahim Amca bu geçen süre içinde iyice üşütmüş, hasta olmuş yataklara düşmüştü. Eski eş böylece, bir bakıma öcünü almıştı… Haçca Teyzenin belki beşinci, belki de altıncı kocasıydı bu. Ama bağımsız bir koca değildi. Eski eşiyle paylaşılan bir koca. Haçca Teyze nasıl davransa, ne yapsa, şöyle enine boyuna, tadınca bir aşk yaşayamamıştı. En çok da buna sızlanıp üzülüyordu. Konu komşuya da “Benimkisi yataklık değil, arkadaşlık” diyordu. “Birbirimize dayanak olmak, yardım etmek… Yoksa koca benim neyime?” İlk kocasından biri erkek üç çocuğu olmuş, ne yazık ki erkek çocuk ölmüştü. Kız çocukları, büyümüş, evlenmiş, ev bark sahibi olmuştu. Ama hiç birisi Haçca Teyzeye bakmıyordu. Onların da kendilerine göre bir gerekçeleri vardı. Anneleri evliyken başka bir kocaya kaçmıştı. O kocadan sonra da birkaç kocayla daha evlenmişti. Son koca da ölünce yeniden evlenmek zorunda kalmıştı. Hiç değilse yaşlılığının sonunda bir koca alıp rahat etmekti niyeti… Ama öyle olmuyordu. Yakınları bu kadar çok evlenmesine karşıydılar. Fırsat buldukça kınıyorlardı onu. Kızları evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, uzaklaşmışlar annelerinden. Sanki küsmüşler ona. Gördükleri yerde başını çevirip görmezden geliyorlardı. Onun için, bu tür yaşam çekilesi değildi… Ama yine de aşk bu. İnsanın yaşı yüz de olsa aşkı yaşamalı inancındaydı. Ona göre aşk üstündü. Her şeyin ilerisindeydi, önde gelirdi. Aşk deyince akan sular dururdu. Aşkın gözü kördü. Konu komşunun dedikodusu umurlarında değildi! Ah eski eş olmasa! Güllük gülistanlık olacaktı yaşam! Yine gizlice buluşmuşlardı. Uzun karakırçıl sakalıyla, başındaki yeşil takkesiyle; sevecen, aşk dolu bakışlarıyla İbrahim Amca şöyle diyordu ona “Ah sen, benim elime gençlikte geçseydin, ben bu fettan, aksi karıyı alır mıydım? Ah ki ah!” Şimdi bırakmıyordu onları! Sonunda fettan karı ayırdı aşıkları. İbrahim Amca sokaktan geçerken önlem alarak geçiyordu. Yan yan, yengeç gibi yürüyordu duvarların diplerinden. Haçca Teyzenin evine yaklaşmadan, karşı duvarın dibinden geçiyordu. Gizliden gizliye, çaktırmadan bakmayı da göz ardı etmiyordu. Haçca Teyze, o geçerken pencerenin önüne oturur, ona bakmaya çalışırdı. Gözleri iyi görmüyordu ama onu görüntüsünden ve ayak seslerinden tanıyordu. Orada, dut ağacına çıkmak, dut yemek için gelmiş, siftinen çocuklara “Şu geçen İbrahim emminiz mi?” diye soruyordu. “Evet” yanıtını aldıktan sonra da, bu onulmaz aşkın hatırına “Haydi çocuklar duta çıkın, dalını kırmadan, yaprağını dökmeden dut yiyin, hadi benim çocuklarım, aslanlarım!” diyordu. Sonra da “Bana da biraz toplayın” demeyi unutmuyordu… Yüz yaşında böyle bir aşkla yaşamak onu diri tutuyordu. Yine de Leyla ile Mecnun aşkını çekecek gücü yoktu. Ağır geliyordu aşk. Sararıp soluyor, yataklara düşüyordu. O eski eş yok mu, o eski eş bir türlü bırakmıyordu ki, İbrahim Amca gelsin yanına. Söylediğine göre, eski eş, o olaydan sonra, oğullarıyla birlikte “Bir daha oraya gidecek misin, bir daha onunla buluşacak mısın?” diye iyice dövmüşlerdi. İbrahim Amcanın yüzü gözü yara bere içinde kalmıştı. O nedenle de bir hafta on gün sokağa çıkamamıştı İbrahim Amca. Aralarına bir kara kedi gibi girmişti eski eş. Aşklarına keskin bir yasak koymuştu. Gece gündüz, geliş gidişi denetleniyordu İbrahim Amcanın. Hele bir yanlış yapsındı, daha fena edip, pestilini çıkaracaklardı onun. Haçca Teyze sayrıydı. Artık eski gücü kalmamıştı. Onu birkaç kez doktora götürdüm. Eşim ve ben yardımlarımızı esirgemiyorduk ondan. Eşimi ve beni de çok severdi. Biz de onu severdik. Çok candan konuşması, sevecen yaklaşımları vardı. Bir gereksinimi olsa hemen bize söylerdi. Olası varsa kesinlikle onu yerine getirirdik. Ona aşkından dolayı katı değildik. Doğal karşılıyorduk bunu… İnsan her yaşta aşık olabilir, sevebilirdi! Yanlış da yapabilirdi! Yaşlılık aylığından başka hiçbir geliri yoktu. Konu komşu yemek verir, kollardı. Kimi zaman da harçlık verenler olurdu… Birinde de doktor çağırdım eve. Doktor iyice muayene ettikten sonra, “Hiçbir şeyi yok, yaşlılık sayrılığı var. Yaşlılarda kemik erimesi olur. Beli bükülür. Omurga kemikleri üst üste biner, sayrının boyu kısalır…” dedi. “Şu ilaçları kullansın, akşam sabah bol bol süt içsin…” dedi. Yangın yerine dönen yüreği yana yana dayanamadı, durdu. Onu el üstünde götürüp Buruk Mezarlığında, toprağın koynuna koyduk. İbrahim Amca da onun bu gidişine dayanamadı! O da aşkına kavuşamamanın yangınıyla kül oldu! Şimdi iki aşkın arasında bir karaçalı durur, bakalım kim kaldıracak o karaçalıyı?… Haçca Teyzenin kendisiyle ilgilenmeyen iki kızı vardı. Onun sık sık aşık olmasına sabır gösteremezlerdi. Bu kadar çok eş almasına bir türlü us erdiremiyorlardı. Kınıyorlar, ayıplıyorlardı. Anneleri toprağın koynuna gidince kalıtına sahip çıktılar… Kondunun bir gözünü bir kızı, diğer gözünü diğer kızı aldı. Biri kiraya verdi. Diğeri kendi oturdu. Her iki kızının da ekonomik durumu kendilerini ayakta tutacak düzeydeydi. Evde oturan kızı bununla birlikte kendini yoksul göstermeye çalışıyordu. Kış mevsimi yaklaşırken odun filan almamıştı. Gözünü dut ağacına dikmişti. Belki de beş yüz yıllık dutu kestirip odun edecek, kışı ısınarak geçirecekti. Öyle de yaptı. Seyyar bir hızarcı çağırıp dutu kestirdi. Dallarını budattı, odun ettirdi. Yaşlı dut ağacı paramparça olmuştu, yerlerinde yeller esiyordu. Her bir yana sarı yaprakları, sarı kanı, sarı salyası saçılmıştı. Ağlıyordu dut ağacı. O kış sobada yanarak kül oldu dut ağacı. Bu işe çok üzülmüştüm. Haçca Teyzenin kalıtına konan kızının bu tavrını içime sindirememiştim. Bu gaddarlık bağışlanır gibi değildi. Sokağın kadınları üstüne varmışlar. Dutu kestirdiği için ona çok acı şeyler söylemişler! Okuldan yeni gelmiştim. Kapımız çalındı. Oydu gelen. Gözleri yaşlıydı. Ağlıyordu! “Bana yapılanları duydunuz mu?” dedi. “Dutu kestirdim diye bana olmadık kötü şeyler söylediler, ben ne yapacağım, sen ne diyorsun bu işe?” diyerek sızlandı. Ben ne diyebilirdim? Bir kere dut kesilmişti. Yerine getiremezdim. Önceden haberim olsaydı dutun kesilmesini önleyebilirdim. Benim yokluğumda olup bitmişti bütün işler. İçim yana yana, sırf onu rahatlatmak için “İyi etmişsin” dedim. Artık dut ağacı yoktu. Kuşlar da gitmişti, çocuklar da. ***** Güneşli bölgeleri seven dut ağacı, çok fazla bakım gerektirmez. Dolayısı ile bu meyve ağacının yetiştiriciliği kolaydır. Tınlı, kumlu... İlkbaharın vazgeçilmeyen meyvesi dut, türkiyede bolca yetişir. Türkiye'nin her kısmında yatişebilen bir ağaç olan dutun en verimli yetiştiği yerler ise Anadolu'nun iç kesimleridir. Ilıman iklim koşullarını seven dut ağacı, Ankara, Elezığ, Malatya, Erzurum, Erzincan illerinde yaygın olarak yetiştirilir. Anavatanı Çin olan dut, zaman geçtikçe bütün dünyaya yayılmıştır. Brezilya, Türkmenistan ve Hindistan dünyada dut yetiştiriciliği yapan ülkelerden bazılarıdır. Güneşli bölgeleri seven dut ağacı, çok fazla bakım gerektirmez. Dolayısı ile bu meyve ağacının yetiştiriciliği kolaydır. Tınlı, kumlu-tınlı ve killi-tınlı topraklar dut ağacı yetiştirilmesi için en ideal toprak türleridir. Açık ve örtülü toprak işlemeciliği kullanmak ağaçtan elde edilecek verimi arttırır. Ağaç, yumuşak ve geçirgen toprak yapılarını sever. Ek olarak ağaçtan iyi verim almak isteniyorsa, yetiştiricilik için besin değeri yüksek topraklar tercih edilmelidir. Sıcağa karşı sağlam olan dut, çok fazla suya ihtiyaç duymaz. Lakin yetiştiği bölüm kurak ise su verilmesi gerekmektedir. Türkiyede iki tür durt yetişir. Bunlar kara dut ve beyaz duttur. Her iki tür de benzer bölümlerde yetişir değişik toprak ve iklim özellikleri gerektirmezler. Her iki türü de hayli uzun ömürlü ağaçlardır. Beyaz dut tatlı bir meyvedir ve hem taze aynı zamanda kuru halde tüketilebilmektedir. Kara dut ise ekşi tada sahiptir ve yalnızca taze biçimde tüketilmektedir. Ek olarak kara dut şurup yaparken da kullanılmaktadır. Dut ağacının uzun ömürlü olması ve iyi verim sağlaması için ilaçlamalarının yapılmış olması gerekmektedir. Dut ağaçları ıslak topraklarda daha kolay hastalık kaparlar. Ağ kurtlarına, çok kabuklu ve unlu bitlere karşı gereken mücadele edilebilmesi için özelikle yaz aylarında ilaçlamaların sürekli olarak yapılmış olması gerekmektedir. Gereken tedbirler alınmadığında ağacın verimi düşer ve ömrü kısalır. 8 Ağustos 2016 Bilginizi arttırmak için bir sonraki konumuz olan Çınar nerede yetişir? adlı yazıyı inceleyebilirsiniz. Megan Daley - '' Kitap Okuyan Çocuk Yetiştirmek '' kitabından aldım Dut Ağacı - Nota Akor Eşlik La - Re - Mi dut ağacı boyunca dut yemedim doyunca yari halvette gördüm danışmadım doyunca menim balam kime neyler körpe balam kime neyler menim balam ay balam körpe balam ay balam kızıl üzüm siyahladı verdim anam sahladı anama kurban olum meni tez adahladı gedirdim yavaş yavaş ayağıma değdi taş senden mene yar olmaz gel olah bacı gardaş Azeri Halk Ezgisi Bu blogdaki popüler yayınlar TÜRKİYE’DEKİ BAŞLICA MÜZİK TÜRLERİ Halk müziği Türkiye'nin çeşitli yörelerinde farklı ağızlar ve formlarda söylenen yöresel etnik müziklerin tümüdür. Yapısal olarak folklorun bir parçasıdır. Anadoluhalk müziği, sözlü halk müziği ve sözsüz halk müziği olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlü halk müziğine genel olarak türkü adı verilir. Sözsüz halk müziği ise düzenli yöresel çalgı ezgileridir. Türk halk müziği formları Halk türkülerinin ölçülü olanına kırık hava, ölçüsüz olanına uzun hava denir. Kırık Hava Ritmik karakterleri ve ölçüleri belirgin olan ezgilerdir. Düzenli bir ritim özelliği göstermekle birlikte geleneksel söyleyiş kalıplarına bağlı olarak icra edilen bir formdur. Uzun Hava Geleneksel Türk halk müziğinde genel olarak serbest ritmli usulsüz olarak söylenen ezgi türüdür. Başlıca formları, bozlak , gurbet havası, hoyrat , divan, yol havası, Arguvan ağzı, Çamşıhı ağzı, maya , barak ağzı ve müstezattır. Başlıca çalgılar Bağlama Saz , Kaval , Kemençe , Zur EKLEME 26 Temmuz 2014 Ölçme Değerlendirme Yönetmeliği ' nde yapılan değişikliğe göre en az ikisi sınav -e-okulda sınav bölümüne yazılacak- biri ders içi etkinlik 3 not girilecek . Performans görevi kaldırıldı ya hani... artık en az 4 not verme zorunluluğu yok anlayacağınız. a Haftalık ders saati üç ve üçten az olan derslerde iki, üçten fazla olan derslerde ise üç sınav yapılır. Sınavların zamanı, en az bir hafta önceden öğrencilere duyurulur. Bir sınıfta/şubede bir günde yapılacak sınav sayısı 8 inci sınıfta üçü, diğer sınıflarda ikiyi geçemez. Sınavların süresi bir ders saatini aşamaz. Zümrelerde iki sınav bir ders ve etkinliklere katılım notu verilecektir diye karar almak gerekir sınavlardan birisi yazılı yapılacaksa bu da belirtilmelidir Hangi ölçeği kullanacağımıza da kendimiz karar verip zümreye yazıyoruz. Sınavlardan birisini isterseniz yazılı yapabilirsiniz ama ben ikisini de uygulama şeklinde yapıyorum ve değerlendirme ölçeği hazırlıyorum. Lisele Yıllar önce hazırladığım bu altyapı/eşliği nedense kendi bloğumda yayınlamamışım. Geç olsun güç olmasın. BİZ ATATÜRK GENÇLERİYİZ Muammer Sun Hoyra rira rira hey 2 Rira hoyrari 2 Rira hoyra hoyra hey Güneş bizimle doğar Yağmur bizimle yağar Bizimle coşar deniz Ateş bizimle yanar Biz Atatürk gençleriyiz Hoyra rira rira hey Sesimiz onun sesi Hoyra rira rira hey Bizimle yükselecek Hoyra rira rira hey Atatürk Türkiyesi Rira hoyra hoyra hey Sevgimizle bilgimizle Ulusumuzun hizmetindeyiz Aklımızla coşkumuzla Atamızın izindeyiz Hoyra rira rira hey 2 Rira hoyrari 2 Rira hoyra hoyra hey Fidan bizimle büyür Çiçek bizimle bizimle açar Bizimle sürer hayat Ulus bizimle yaşar Biz Atatürk gençleriyiz Hoyra rira rira hey Sesimiz onun sesi Hoyra rira rira hey Bizimle yükselecek Hoyra rira rira hey Atatürk Türkiyesi Rira hoyra hoyra hey Sevgimizle bilgimizle Ulusumuzun hizmetindeyiz A

define dut ağacının neresinde olur